İnsanlar birbirinin maddi yardımlarına ve paralarına değil,
sevgilerine ve alakalarına muhtaçtırlar. Bu olmadıktan sonra, aile
sahibi olmanın hakiki ismi, "birtakım yabancılar beslemek"ti.
Romanın baş karakterleri Maria Puder
ve Raif Efendi'dir. Raif Efendi içine kapanık, melankolik ve dış
dünyaya uyum sağlayamamış bir karakterdir. Hayatı boyunca birçok şeye
boyun eğmiş, haksızlığa uğradığında bile buna karşı koyamamıştır.
Sevmediği bir kadınla evlenmiştir, bir ailesi vardır. Kendi hayatına
kendi yön verememiş, başkalarının istediği bir insan olarak hayatını
sürdürmüştür. Hayatında gerçekten yaşadığını hissettiği sadece bir anısı
olmuştur ve bunu günlüğüne aktarmıştır.
20'li yaşlarında babasının isteği üzerine gittiği Berlin'de, sanata
olan ilgisi sayesinde bir sanat galerisine gider. Galerideki tablolar
arasında bir sanatçının otoportresini görür ve tablodaki kadını hiç
tanımamasına rağmen platonik olarak aşık olur. Bu tablo onda daha önce
hiç hissetmediği duygular uyandırır. Raif Efendi tablodaki portrenin,
Andrea Del Sarto tarafından yapılmış "Madonna delle Arpie"
isimli tablodaki Madonna'nın portresine benzediğini düşünür. Tabloya o
kadar hayran olur ki fırsat buldukça tabloyu görmeye gider, fakat başka
gözlerin onu takip ettiğini farketmez. Artık ritüel halini alan bu
tabloyu seyretme seansınlarından birinde bir kadın onun yanına gelir. Bu
kadın, tablonun sahibi olan sanatçı Maria Puder'dir. Maria, Raif'in
tabloya olan hayranlığının farkındadır. Raif ise başta onun kendisiyle
alay eden biri olduğunu düşünür. Tablonun sahibi ile konuştuğunu
öğrenince ise dünyası bir daha geri dönüşü olmayacak şekilde değişir.
O sıralarda Maria'nın da birtakım tezatlı hisler içinde
olduğunu anlıyordum. Bazen aşırı derecede durgun, hatta hatta soğuk
oluyor, bazen de birdenbire coşuyor, bana nefsime menettiğim cesareti
verecek kadar müfrit bir alaka gösteriyor, adeta beni açıkça tahrik
ediyordu. Fakat bu halleri çabuk geçiyor, aramızda tekrar eski
arkadaşlık havası peyda oluyordu. Onun da benim gibi, dostluğumuzun,
olduğu yerde kalmak suretiyle bir çıkmaza girdiğini farkettiği
muhakkaktı.
Ne kendi sözlerim, ne de onun fikirlerinin yüzde yüz
isabetli olmadığını seziyordum. Her ikimiz de, birbirimize karşı ne
kadar açık olmak istersek isteyelim, bize tabi olmayan birtakım gizli
müphem düşüncelerin ve arzuların idare ettiği muhakkaktı. Birleştiğimiz
noktalar ne kadar çok olursa olsun, ayrı olduğumuz yerler de vardı ve
bir taraf diğer tarafa kolayca uyuyorsa, bunu ancak daha ehemmiyetli
bulduğu bir gaye uğruna yapıyordu. Ruhlarımızın böyle en saklı
köşelerini bile ortaya dökmekten ve üzerine münakaşa etmekten
çekinmiyorduk; buna rağmen hiç dokunmadığımız taraflar da vardı, çünkü
bunların ne olduğunu biz de doğru dürüst bilmiyorduk; fakat bir his bana
asıl bu cihetlerin mühim olduğunu fısıldıyordu.
Sabahattin Ali,
Kürk Mantolu Madonna(Sf.108)
Maria'nın karakteri Raif'e göre daha dominanttır. Kendisinin bir
erkek gibi özgür yetiştiğini, canı ne isterse onu yaptığını Raif'e
anlatır. Hatta Raif'i de çok naif bulduğunu dile getirir. İkisi bu
özellikleri sayesinde birbirlerini tamamlarlar ve uzun süren bir
arkadaşlık başlar. Raif Maria'yı çok sevmektedir fakat Maria'nın
kendisine olan hislerinden emin olamaz. Yine de onun her istediğini
yapmaya çalışır. İkisi beraber rüya gibi günler geçirirler fakat her
zaman olduğu gibi bu romanda da hikayenin sonu kötü biter. Babasının
ölümü yüzünden Raif Efendi Türkiye'ye, eski kasvetli günlerine geri
dönmek zorunda kalır.
Niçin ilk defa gördüğümüz bir peynirin evsafı hakkında söz
söylemekten kaçtığımız halde ilk rast geldiğimiz insan hakkında son
kararımızı verip gönül rahatlığıyla öteye geçiveriyoruz?
Pek alelade hiç bir hususiyeti olmayan, her gün etrafımızda
yüzlercesini görüp de bakmadan geçtiğimiz insanlardan biriydi. Hayatının
bildiğimiz ve bilmediğimiz taraflarında insana merak verecek bir cihet
olmadığı muhakkaktı. Böyle kimseleri gördüğümüz zaman çok kere kendi
kendimize sorarız: "Acaba bunlar neden yaşıyorlar? Yaşamakta ne
buluyorlar? Hangi mantık hangi hikmet bunların yeryüzünde dolaşıp nefes
almalarını emrediyor?" Fakat bunu düşünürken yalnız o adamların
dışlarına bakarız; onların da birer kafaları, bunun içinde, isteseler de
istemeseler de işlemeye mahkum birer dimağları bulunduğunu, bunun
neticesi olarak kendilerine göre bir iç alemleri olacağını hiç aklımıza
getirmeyiz. Bu alemin tezahürlerini dışarı vermediklerine bakıp onların
manen yaşamadıklarına hükmedecek yerde, en basit bir beşer tecessüsü
ile, bu meçhul alemi merak etsek, belki hiç ummadığımız şeyler görmemiz
beklemediğimiz zenginliklerle karşılaşmamız mümkün olur. Fakat insanlar
nedense daha ziyade ne bulacaklarını tahmin ettikleri şeyleri
araştırmayı tercih ediyorlar. Dibinde bir ejderhanın yaşadığı bilinen
bir kuyuya inecek bir kahraman bulmak, muhakkak ki, dibinde ne olduğu
hiç bilinmeyen bir kuyuya inme cesaretini gösterecek bir insan bulmaktan
daha kolaydır.
Yaşlanıp ölümünün yaklaştığını anladığında, bu güzel günleri
kaydettiği defterinin yakılmasını genç iş arkadaşından rica eder. Genç
iş arkadaşı da Raif Efendi ile ilgili bu gizemi çözmek ve onu daha
yakından tanıyabilmek için defteri okur.
Şimdiye kadar zannettiğim gibi, kitleden ayrılmanın bir
hususiyet, bir fazlalık değil, bir sakatlık olduğunu hissediyordum. Bu
insanlar dünyada nasıl yaşamak lazımsa öyle yaşıyorlar, vazifelerini
yapıyorlar, hayata bir şey ilave ediyorlardı. Ben neydim? Ruhum bir ağaç
kurdu gibi beni kemirmekten başka ne yapıyordu?
Kendimi bildim bileli bütün günlerimi, haberim olmadan ve
nefsime itiraf etmeden, bir insanı aramakla geçirmiş ve bu yüzden bütün
diğer insanlardan kaçmıştım.
Sabahattin Ali,
Kürk Mantolu Madonna(Sf.62)