Turgut Özben romanın bel kemiğini oluşturan bir
karakter olarak karşımıza çıkmaktadır, dolayısıyla o ve Selim Işık arasında
geçenler, romanın birinci derecede konu kapsamını oluşturan öğelerdendir.
Romanın genel havası melankolik bir tavırda sürüp gitmektedir. Olayların bu
şekilde cereyan etmesinin sebebi ise roman karakterlerinden Selim Işığın dramatik hayatı ve kendi canına kıyması bir ikinci neden ise Turgut
Özben’in yalnızlığı ve toplumsal sorunlar neticesinde bozulan piskolojisi.
Turgut bünyesinde bulundurduğu bir çok sıkıntının
nedenini uzun bir süre sorgulayan bir yapıdadır. Bu; roman boyunca oluşan
iç-monologlarla kendini hissettirmektedir. Turgut Özben’in piskolojisinin
bozulacağı ve çeşitli halüsinasyonlar göreceği ve ardından uzun bir süre
boyunca Olric denen bir şahıs ile konuşacağı
romanın ilk sayfalarından itibaren okuyucu ile paylaşılıyor: “Turgut, bütün bunları o sırada mı düşündü,
yoksa sonradan, o anı hatırladığı zaman, öyle düşündüğünü mü sandı? Bilemedi:
çünkü o zaman henüz Olric yoktu. Henüz durum bugünkü gibi açık ve seçik, bir bakıma
da belirsiz değildi. Bir cümle kaldı yalnız aklında: “Güzel bir gün ve ben
yaşıyorum.”[1]
Olayların kötüye gideceği okuyucuya sezdirilmiştir. “Olric” Turgut Özben’in
yarattığı bir karakterdir. Turgut kitabın ilerleyen sayfalarında uzun uzun
“Olric” ile sohbet etmekte, hatta onunla tartışmaya dahi varan ifadeler
kullanmaktadır. Turgut ölen arkadaşı ile ilgili
çeşitli hanisünasyonlar da görmektedir. Gerçek dışı olan bu konuşmalar
hayal ürünüdür ve o anda Turgut’un kendisince geliştirdiği bazı hikayelere
dayanmaktadır: “Turgut: “Sen, yalın
düşüncelere alışıksın sadece. Hayatın asıl tadı, gerçek tuzu olan ikinci
dereceden bilinmeyen güzelliklerin farkında değilsin. Biliyorsun hayat...”
Selim: “Size ikinci ihtarı veriyorum.” Turgut: “Başkan benim. İhtarı ancak ben
verebilirim.” Selim: “O halde kendine iki ihtar ver de aklın başına gelsin.” Turgut:
“Olmaz öyle şey. Burası İngiltere mi? Bizde Anglosakson terbiyesimi var? Avam
kamarasında mıyız ki en şiddetli tartışmalardan sonra bile iktidar ve muhalefet
olarak meclisten kolkola çıkalım?”[2] burada da
görüldüğü gibi Turgut ölen arkadaşı ile ilgili çeşitli hikayeler uydurup kendi
kafasında ürettiği bir kurmaca hayal ile konuşuyor. Selim Işık gerçek bir
karakter olmasına rağmen aralarında geçen bu örenekte de görüldüğü gibi tamamen
hayal’dir. Bir diğer diyalog Süleyman Kargının evinde yine Selimin hayali ile
yapılmaktadır: “Turgut eve girince bir
koltuğa yavaşça yığıldı. İnsan, iki gün falan böyle hissetse kendini,
Dostoyevski’yi kıskandıracak eserler yazar. Değil mi Selim? Turgut,
münasebetsizlik etme. Ederim Selim. Ben artık dünya çapında büyük bir adam
oldum. Bir bilseler... Allahtan bilmiyorlar. Bir de bilselerdi... Konuşturdun
beni... yoruldum işte. Dehamı kaybettim. Hepinizi mahkemeye vereceğim.
Süründüreceğim sizi, kendim de sürüneceğim. Daha beter olacağım.”[3] Turgıt’un bu
açıklamalarından da anlaşılacağı gibi dehasını, yani aklını kaybetmektedir.
Sorunlar onu kendi kafasında kurdu dünya ile avutmaktadır. Gerçekliğe artık
fazla değer vermemektedir. Tamamen sanal bir zihinsel süreç içinde kendisinden
ve gerçeklerden yavaş yavaş kopmaktadır.
[1] Oğuz, Atay A.G.E s.36
[2] Oğuz,
Atay A.G.E s.71
[3] Oğuz,
Atay A.G.E s.107
Turgut sebebini tam olarak kavrayamadığı bazı
mutsuzluklar duymaktadır. Asıl görünen kısın Selim’in ölümüdür fakat Turgut
aslında kendi sorunları ile başa çıkamamıştır Selim Işık ise onu temsil eden
bir dosttur ve o da ölmüştür. Turgut gittikçe karamsarlaşır. Kendini suçlar ve
içinde bulunduğu piskolojik çöküntüden kurtulamaz. Bu sözler Turgut’un
kötüleşen durumunu iyi ifade etmektedir: “Selim’in ölümü gene odayı
kapladı. Güneş tutulması gibi bir şey. Kelimelerin dağıtamadığı bir ağırlık.
Ona anlatmalıyım, diye düşündü Turgut. Sonra bu zamanı konuşmadan geçirdiğim
için pişman olacağım. Buradan ayrılınca, her şey eski karanlığına gömülecek. Bu
anlayışı arayacağım boş yere. “Büyük bir karanlık hissediyorum,” dedi.
“Tanıdığım Selim’i göremiyorum bu karanlık içinde. Benimle konuşmuyor.
Sorularıma cevap vermiyor. Beni suçluyor. Kendimi suçluyorum.” Sustu.”[1]
Turgut romanın bir yerinde birinin ondan sigarası
için çakmak istemesine kızıyor, kendini suçluyor, Selim’in hayali ile
tartışıyor ve sonuç olarak da kendisini acımasızca eleştiriyordur: “Süleyman Kargı’nın evinden çıkarken
Turgut’un başı ağrıyordu. Hava kararmıştı. Ilık bir akşamdı. Kaldırımın
ortasında durdu; bir sigara yaktı. İnsanlar, Selim Işık’ın başına gelenlerden
habersiz, aceleyle birtakım yerlere gidiyorlardı: birtakım insanlar, birtakım
yerlere. Bir adam yaklaştı: “Ateşinizi müsaade eder misiniz?” Etmem. Siz,
Selim’den bahsetmeme müsaade eder misiniz? Etmezsiniz. Gördünüz mü? Adam,
kamburunu çıkararak eğildi, sigarasını yaktı; sağol anlamına elini başına götürdü,
uzaklaştı. Hemen kaçtınız, değil mi? Kaçın bakalım. Sigara yakma hukuku. İnsan kaldırımın
ortasında kararsız durursa, ya ateş isterler ya da adres sorarlar. Başka bir
şey sormazlar. Sigarayı attı. Yardımı kesiyorum. Adımlarını hızlandırdı. Beni
de bir yere sıkıştırıverseydi şarkıların içinde. Saçmalama! Turgut’u çok
severdim. Benim olsaydı derdim! Senin kaderin, ortaokul manzumelerinde kalmak.
Küçüktüm ufacıktım, gerçeklere acıktım. Efendim? Gerçekler mideme oturdu.
Şarkıları bizim evde yazsaydın. Anlamadım! Bir sigara daha yaktı. Nereye gitsem?
Süleyman’da kalmadığıma iyi ettim.”[2] Kendisi ile
barışık, özgüveni yerinde ve dahası olumlu ve doğru düşünen bir insan
profilinden gittikçe uzaklaşmaktadır Turgut. Yaşananların da etkisi ile hiç bir
şey onu memnun etmiyor sürekli bir suçlu bulma endişesi içine giriyordur.
Gerçek ile alakasız bir takım önyargılar da edinmiştir.
[1] Oğuz,
Atay A.G.E s.110
[2] Oğuz, Atay A.G.E s.245
Turgut Metinle yani Selim’in arkadaşı ile
randevulaşmıştır, onunla görüşmeyi beklemektedir. Turgut Metin’i beklerken
onunla ilgili birçok önyargıya kapılmış ve onu zihninde canlandırdığı bazı
yakıştırmalara tabi tutmuştur. Metin ise henüz gelmemiştir. Turgut Metin’in
hayali ile konuşuyor, kafasında kurduğu önyargılar ile Metinin halüsinasyonu
ile konuşuyor dahası onu eleştiriyordur: “Acaba
Metin de tutunamayanlara giriyor mu? Bir bakıma girer. Hepsi de sevimli olmaz
ya. Belki çoğu değildir. “Acı şeyler anlatıp sizi üzdüm galiba Turgut Bey.
Konuşmuyorsunuz.” Parmağındaki altın şövalye yüzükle oynadı, iri kemikli ve küt
eklemli ellerini ovuşturdu sinirli sinirli. Sıcak olduğu halde koyu lacivert
elbisesini giymiş. Siyah elbisesi olsaydı onu giyerdi. Üzülme ölmezsin. Seksen
yaşını bulursun bu ıstırapla sen Metin Bey. Karını bile gömersin de, üzüntüden
bir daha evlenmiş bulursun kendini. Kendinden daha basit kadınlar bulursun
evlenmek için, foyan meydana çıkmasın diye. Güner ve Kenan’la evlenecek
değilsin ya. Şimdi Güner olsaydı, tutardı senin bacağından, kocaman ayaklarına
dar gelen ve yer yer taşan ayak parmaklarının baskısıyla biçimi bozulmuş siyah
ayakkabılarını, kantin masalarından birine dayardı ve pantalonunu sıvayıp vişne
çürüğü jartiyerlerini gösterirdi bizim çeteye. Neden baston yutmuş gibi
oturuyorsun? Buldum: bütün acına rağmen, korseni giydin. Çünkü romantikler
göbekli olamazlar: yasaktır. Ben sana gösteririm. Limonata-pastakomparsita
düğünü yaparak evlendin; bir önceki unutulmaz aşkının elemini bir sonraki kızın
kollarında unuttun ve Allah kahretsin, belki de bu kelimelerle anlattın
durumunu kıza evlenme teklif ederken. Kızla dansederken nasırların da ayağını
vuruyordu. Belki üzüntün ondandı. İlk gece de pek parlak geçmemiştir. Ne
yapayım Selim? Henüz öfkemi kaybedemedim. Neden bu adamın karşısına oturttun
beni?”[1] Turgut zihnini tüm
bu düşünceler ile bulandırmaktaydı. O insanları görmeden de onlar hakkında
yorum yapabilme özelliğine sahipti. Kimi zaman iş daha da ciddileşerek Turgut
etrafında bir çok insanın silüeti ile konuşup anlamsız tavırlar sergiliyordur.
Turgut artık sarhoşluğun da etkisi ile benliğindeki
öfkeyi zihninden taşırarak fiziki kuvvet ile sonuçlandırmaktadır. Bilinçaltında
yatan öfke ile harekete geçen Turgut, hiç olmaması gereken bir yerde
bulunmaktadır; genelevde. Bu karısını üniversite yıllarından sonra ilk
aldatışıdır. Bunu yaparken de sarhoşluğun etkisindedir ve Metin’in karakterden
yoksun olan bir kişi olmasının da olayların bu yönde gelişmesinde büyük etkisi
olacaktır. Belki de Turgut’un bilinçaltı onu burada olmasından dolayı
ayıplamaktadır, onun buraya ait olmadığını haykırmaktadır fakat; o her şeye
rağmen tıpkı Selim’in üniversite yıllarında yaptığı gibi kendini bu mekanlarda
bulmuştur. Turgut’un karakteri ile ters düşen bu durum onu büyük bir zan
altında bırakacaktır. Karısına, kendisine ve çocuklarına böyle bir ayıbı nasıl
izah edecektir, bunları düşünmektedir. Bu çelişkili tavırları onun kendi
benliği ile çatışmalar yaşamasına sebep olacak kitapta sürekli bahsi geçen ve
Turgut’un geri kalan hayatı boyunca sürekli onunla beraber olacak “Olric” de burada peydah olacaktır. Olric’in
ilk defa bu genelev kurgusunda ortaya çıkması tesadüf değildir. Atay bunu
bilinçli bir biçimde tasarlamıştır. Turgut’un hayatında kırılma noktası olan
genelev onda “Olric” denen bir hayalet hediye edecektir. Turgut Özben’in
Olric’e ihtiyaç duyduğu en beter yer burasıdır çünkü. Hayatında iç-monologların
yoğun bir biçimde yer kapladığı Turgut, çelişkili yaşantısını artık şizofreni le
sürdürmeye mahkum olacaktır. Bilindiği üzere uzun süreli halüsinasyonlar
görülmesi, tekrarlanan hezeyanlar, kişinin konuşmalarında değişiklikler
oluşması ve kişinin yalnız kalmak istemesi, toplumdan kopması şizofreni
tanıları arasında yer almaktadır.
[1] Oğuz, Atay A.G.E s.247
Turgut şiddete genelev sahnesinde başvurmuştur Düşüncelerinde
sürekli birileri ile münakaşa halinde olan Turgut Özben artık bu tepkileri
fiziki olarak uygulama yoluna gidecektir. Hem de ona öyle geldiği için bunu
gerçekleştirmiştir, yani şüphe duymuştur, buna herhangi bir kanıt da yoktur: “Bir adam, ona gülüyormuş gibi geldi; hemen
adama saldırdı. Bir yumruk salladı: eline kan bulaştı. Zabıta, duruma müdahale
etti. Bu adamdan davacı mısınız? Turgut, ellerini sarkıtmış, sallanıyordu.
Adam, Turgut’a baktı: Turgut, elleriyle yüzünü kapadı. Efendiden bir adama
benziyor. Yakışır mı ona? Hayır davacı değilim: kendinden utansın. Turgut
tekrar kapandı. Polis kalabalığı dağıttı.”[1] Turgut, bilinçsiz
bir biçimde alkol almıştır. Şizofreni ile alkole olan düşkünlük arasında da
doğrudan bir ilişki vardır: “Şizofren
bireylerin kötüye kullandıkları maddelerin türüne dair spesifik paternler var mıdır?
Bu soruya olası yanıtlardan biri, self-medikasyon hipotezine göre bu bireylerin
mevcut hastalık belirtileriyle ya da tedavide kullanılan ilaçların yan etkileri
ile ters etkileşim kuracak spesifik maddeleri seçtikleridir (85). Alternatif
bir hipotez de bu hastaların toplumun madde kullanım paterniyle uyumlu bir
biçimde, maddenin ulaşılabilirliğine göre seçim yaptıklarıdır (86). Üçüncü bir
olasılık ise şizofren hastaların, spesifik maddelere bağımlı hale gelmesinden sorumlu
nörobiyolojik yatkınlık doğrultusunda tercihte bulunduklarıdır (87).” Görüldüğü
üzere alkol ve madde kullanımı şizofren kişilerin başvurdukları bir rahatlama
yoludur. Bu sayede belki de kendilerini şizofreniye neden olan yıkımlardan bir
süreliğine uzaklaşmış saymaktadırlar. Şizofren bireylerin madde bağımlılığı
önüne geçilemez bir hal alıyorsa bu o bireyde ve o bireyin mensup olduğu
toplumda büyük yaralar açacaktır. Tüm bunların yanında şizofreniye neden olan
etkenler günümüzde hala araştırılmaktadır ve kesin sonuçlar ne yazık ki elde
edilememiştir. Edindiğim bilgiler ve yaptığım araştırmalar sonucunda kanaatimce
zihnini iyi bir biçimde kullanamayan ve verdiği kararlarda tutarsızlık bulunan
kişiler, kendi iç benlikleri ile çatışmaktadırlar. Birey hayatın gerçek yüzüne
uyum sağlayamayınca beyin kendi dünyasını oluşturma çabasına girmektedir.
Şizofren bireyler hayaller ile avunurlar. Asıl üzerinde düşünülmesi gereken
nokta neden birey hayal kurma ihtiyacı duyar, şizofrenler kimi zaman peşinde
ajanlar olduğunu onu takip edenlerin olduğunu düşünür, kimi zaman da
kendilerine dostlar ve arkadaşlar yaratırlar. Bir şizofren kendi dünyasında
bunlar ile cebelleşirken yani hayalini yaşarken, diğer insanlar gerçek bir
dünyada ve realitelerin olduğu düşünceler ile yaşamaktadırlar. Rüya görmek
doğal iken halüsinasyonlar görmek anormal bir vaka kaydetmektedir. Birey en çok
ihtiyacı olduğu şeyi düşler, bunun yanın da en çok bilinçaltında biriktirdiği
ve yaşamını olumsuz etkileyen korkuları ile meşgul olur. Bireyin bu korkularını
veya bu arzularını daha başlamadan tespit edebilmek kişinin toplumsal olaylara
bakış açısını büyük bir biçimde etkileyecek ve onu doğal istekler ve olası
korkuları ile yaşamaya itecektir. Uzmanlar da şizofreni belirtileri ilk
evredeyken müdahalenin önemine dikkat çekilmektedir.